Kimisini oyuncuların performansıyla, kimisi olağanüstü kurgusuyla bizce en iyilere girmiş on filmi sizler için derledik. Bu listede izlemedikleriniz varsa tereddüt etmeden en kısa zamanda izlemenizi öneriyoruz!
Listeye bir komedi filmi ile başlayalım. Karakterleri birbirinin tam zıttı, altı üyeli bir ailenin başına gelen talihsizlikler gibi özetlenebilecek olan bu filmi özel yapan şey, karakterlerin başarılı arka plan hikâyeleri ve bunu filmin içine çok güzel yedirerek işlenmesidir. Karakterlerin psikolojileri çok iyi yansıtılıyor ve sizi filmin içine çeken de karakterleri çok iyi anlayıp empati kurmanız oluyor. Komedinin içinde dramı çok seven birisi olarak benim açımdan başarılı bir eser olmasının en büyük sebebi, seyircinin önüne büyük hüzünler koyduktan hemen sonra kahkahalara boğabiliyor olması. Genel olarak hareketli ve renkli bir film. Zamanın nasıl geçtiğini anlamayacaksınız bile!
Ailenin biricik küçük kızı Olive’in hayalini kurduğu güzellik yarışmasına katılması için eski püskü bir minibüste başarı delisi bir baba, sessizlik yemini etmiş bir abi, intihara meyilli ve gay bir dayı, evliliğini ayakta tutmaya çalışan bir anne ve Olive’in çok sevdiği, eroin bağımlısı çılgın bir dede ile uzun ve aksiyon dolu bir maceraya atılır.
Aile olmaktan ve yolculuktan söz etmişken bu konuda bir başyapıttan bahsedelim. Captain Fantastic, kendilerini dünyevi şeylerden soyutlamış, egoları gerisinde bırakmış doğada yaşayan altı çocuklu bir aileyi konu alıyor. Bir yandan toplumu eleştirirken filmin ilerleyen bölümlerinde sizi ters köşe yapıyor ve onun bir parçası olmanın bir gereklilik olduğundan bahsediyor.Karakterlerimiz, annelerinin ölümüyle cenaze töreni için yaşadıkları yerin dışına çıkıp topluma karışır. İnsanların gözünde birer ucube olarak görünür ve kendi doğrularını sorguladıkları bir iç çatışmanın içine girerler.Yolculuk esnasında babası ile okuduğu kitap hakkında konuşan Kielyr’in on iki yaşında bir kıza âşık olan, yaşlı ve pedofili kitap karakteri için “Ondan nefret ediyorum ama bir yandan da üzülüyorum. Onu çok iyi anlıyorum çünkü kitap onun perspektifinden yazılmış.” sözleri bence izleyicinin filmi izlerken sahip olduğu bakış açısının açıklaması ve özeti niteliğinde. Hüzünlü olabilecek bir konuya sahip bu filmi izlerken epey eğlenecek, bir yandan kendi doğrularınızı ve yaşamınızı sorgulayacaksınız.
İçimizi sıcacık edecek filmlerden devam ediyoruz! Bir eseri özgün yapanın konusunun orijinalliği değil de konunun işlenişi, hikâyenin ve karakterlerin derinliği olduğunu kanıtlayan bir film. Conor isimli bir gencin hayallerinin peşinde koşuşunu konu alan bu film, izleyiciye “Kabuğunu kırmalısın!” diyor. İzlerken eğlenecek, hüzünlenecek, kendi hayatınızı düşünecek ve tüm bunları yaşarken bir müzikalin içinde olacaksınız. Filmin en beğeneceğiniz yönü de içindeki müzikler olacağına eminim. Çok başarılı soundtracklere sahip olan film, yağmurlu İrlanda sokaklarında sizi seksenlerde bir yolculuğa çıkartacak. Filmin en ilginç yanlarından birisi de yönetmen John Carney’in oyunculuk tecrübesi olmayan çocuk oyuncular tercih etmesidir.
Jack Nicholson’ın oyunculuğunu döktürdüğü, başyapıt kelimesinin sözlük anlamı diyebileceğimiz muazzam bir film ile devam ediyoruz. Resmin küçük bir parçasında “Delilik nedir? Kim deli, kim akıllı?” sorularını soran bu film, geniş kadrajda tımarhanenin içine otoriteyi ve özgürlüğün çatışmasını sığdırıyor. “Delice” gelse de insanın güvende hissettiği sürece bir otoriteye boyun eğmeyi, özgürlüğe tercih edebileceğini gösteriyor. “Özgürlük kimileri için bilinmezliktir ve tehlikelidir.” diyerek bunu gözümüze sokuyor. Bunları bize gösterirken de otorite kurmanın ve bunu kabul etmemenin içindeki çelişkileri yansıtıyor. Nitekim kuralların ve otoritenin olmadığı bir ortamda, anarşinin ve başkaldırmanın manası olmadığını; uyumsuzların ve anarşinin olmadığı yerde de kuralların anlamı olmadığını gösteriyor.
Cezaevi çalışma kampından kurtulmak için deli rolü yaparak bir tımarhaneye gelen özgürlüğüne düşkün karakterimiz, yukarıda anlattığım çatışmaların bir ürünü olarak hastanede işleri birbirine katıyor. Dışarıya çıkma fırsatı varken oradaki düzeni kabul edenleri anlayamazken kendisinin de kaçma fırsatı varken düzenin bir parçası oluşunu izledikten sonra uzun uzun boş duvarları seyredeceksiniz.
Böyle fantastik kurguları sadece ecnebiler mi yapıyor yahu? Onur Ünlü’nün yine alışılanın dışına çıktığı bir iş olan Güneşin Oğlu, fantastik kurgusu ile çok güzel mesajlar da veriyor. Ölüme ve yaşama sürekli dem vururken insanın hep başkası olma isteğini, kendi hayatından duyduğu memnuniyetsizliği ele alıyor. Özenerek baktığımız yaşamların hayal ettiğimiz kadar kusursuz olmadığını gösteriyor. Nasrettin Hoca etkisi yaşayacağınız, hem güldürecek hem de düşündürecek çok güzel bir film.
“Yapılan işin saçmalığı, seyirci sayısı ile doğru orantılıdır.” sözünü de buraya bırakıp bir sonraki filmimize geçelim.
Bu kadar hayatı sorguladığımız yeter diyelim ve en psikopat filmler alanında zirveye oynayan filmimize gelelim. Bir insan on beş yıl bir odaya kilitlenirse mi tutsak olur? Yoksa özgürken de günahları onu tutsak edebilir mi? İntikamın asla bitmek tükenmek bilmeyen bir paradoks olduğunu anlayacağımız bu filmde, sizi asıl etkileyecek olan verdiği mesajlar değil. Tüyler ürperten rahatsız ediciliği, soğuk terler döktüren gerilimi, “Bu nasıl bir zihnin ürünü?” diye sorduran kurgusu, oyunculukların mükemmelliği ile tabiri caizse sizi içinden çıkamayacağınız bir örümcek ağına hapsedecek. Bir filmin her detayı muazzam olabilir mi? Park-Chan Wook yapmış, olmuş. Böyle bir filmde Tarantino ismi görmeyi bekliyorsunuz ama Güney Kore’de daha manyakları varmış diyorsunuz.
Bir gece, telefon kulübesinin önünden kaçırılan Oh Dae-su, tam on beş yıl bir odada hapsedilir. Neden tutsak edildiğinden ve kimin tutsak ettiğinden haberi yoktur. On beş yıl süren esaretin sonunda bir gün bir bavulun içinde dışarıda uyanır ve artık özgürdür. Peki, tam olarak özgür kalabilecek midir?
“Adalet istiyorsan geneleve, düzülmek istiyorsan mahkemeye git.” sözü ile başlayan bu muazzam film boyunca “Asıl mağdur kim?” sorusunu soracaksınız. Bu filmi güzel yapan asıl şey Edward Norton’un mükemmel ötesi oyunculuğudur. Bir oyuncunun ulaşabileceği maksimum performansı merak ediyorsanız mutlaka izlemenizi tavsiye ederim. Asıl şok edici olay şudur ki Primal Fear, Edward Norton’un oynadığı ilk filmdir. Ben de dâhil izleyen birçok kişiye “Edward Norton en sevdiğim aktör!” dedirtmeyi başarmıştır.
Hikâyesine gelecek olursak kilisede çalışan zavallı genç Aaron, başrahibin cinayetinde bir numaralı zanlıdır. Dönemin en iyi avukatı Martin Vail, bu acınası hâldeki genci savunmaya karar vererek davayı alır. Bütün deliller Aaron’u işaret ettiği anda ikinci bir zanlı “Roy” ortaya çıkar. Roy, Aaron’un tam tersi yüksek özgüvenli, zorba bir karakterdir. Martin, Roy’un varlığını ispat edip, müvekkilinin beraati için canla başla savaşırken, başrahibin sapıklıkları ortaya dökülür.
Muazzam oyunculuk demişken oyunculukların konuştuğu bir filmden daha bahsedelim madem. Jason Statham’ın ve Brad Pitt’in devleştiği film içinde fazlasıyla karakter ve yıldız aktör içeriyor. Bu karakterlerin etrafında dönen olayları birbirinden bağımsız şekilde aynı anda işliyor. Bu yüzden izlerken bazen olaylardan kopabiliyorsunuz.Film, yumruk büyüklüğündeki elmasın çalınmasıyla başlayan tesadüfler silsilesi üzerine kuruludur. Elmas ise birbirinden alakasız bu karakterlerin bir şekilde eline geçip herkesin hayatını karmaşık hale getiriyor. Fazlasıyla eğlenceli bir film olmasının yanı sıra, Brad Pitt’in oyunculuğu uzun süre aklınızdan çıkmıyor.
Aslında Brad Pitt, Jason Statham, Edward Norton demişken bir de Leonardo DiCaprio koyayım diyordum ama “Serkan Keskin’in ne eksiği var?” diye düşündüm ve bir Türk filmi daha ekleme kararı aldım.
Bağlama çalan, antropoloji okumuş, gençliğinde boksörlük yapmış bir imamın etrafında dönen polisiye bir hikâye… Selman Bulut’un imamlık yaptığı camide işlenen cinayetin peşine düşmesiyle gelişen olaylarla beraber Selman Bulut’un yozlaşmış diyebileceğimiz karakteriyle, bir imam olarak dini birçok konuyu dindar bir bakış açısıyla irdelediğini görüyoruz. Aynı zamanda geçmişten günümüze yaşanmış politik birçok konuyu yüzümüze vuruyor ve sert bir dille eleştiriyor. Bu eleştirileri de çizgiyi aşmadan ve farklı ideolojik bakış açılarını harmanlayarak yapıyor. Güneşin Oğlu’nun da yönetmeni olan Onur Ünlü yine farklı bir film ile karşımıza çıkıyor.
Kapanışı bir korku filmi ile yapalım. Korku filmleriyle arası limoni birisi olarak Rec’den daha başarılı bulduğum yapım yok diyebilirim. Filmin başları biraz durağan geçmesine rağmen aksiyon başladığında o ana kadar beklediğinize değecek.
Film, İspanya’da mesleklerin belgeselini çekip zorluklarını anlatan bir televizyon programının itfaiyecilerin hayatını çekmesiyle başlıyor. Yaşlı bir kadının evinden gelen seslerin ihbar edilmesi üzerine itfaiyeyle birlikte binaya giren programın sunucusu ve kameraman, bina ahalisi ile apartmanda tutsak kalıyor. Bütün olayları kameramanın objektifinden izleten film, çekim şekliyle korkutuculuğunu arşa çıkartıyor desek yeridir.
Daha Fazla Bilgi İçin: Benzer Konulardaki Diğer Yazılar
Tokat, Türkiye Basketbol Federasyonu'nun düzenlediği yerel ligler kapsamında unutulmaz bir turnuvaya sahne oldu. 2024-2025 sezonu…
Tokat İl Sağlık Müdürlüğü, Sağlık Bakanlığı’nın Fermuar Sistemi ile Yaşama Yol Ver Medya Tanıtım Kampanyası…
Yerel seçimlerden sonra AK Parti ile MHP arasında neler olup bittiğini ve ilişkilerini anlayabilen, anlayıp…
Tokat ili Niksar ilçesi Çiçekli köyü merkezli 7.0 büyüklüğündeki deprem tatbikatı, 20 Aralık 2024 tarihinde…
Tarım İl Müdürünün sergilemiş olduğu bu tavra şaşırdım mı? Elbette hayır, uygulamalarını yakından izleyen birisi…
Cumhurbaşkanının 2022 yılında Tokat ilimizde yaptığı açıklamada medine hurmalı kestane ballı manda yoğurdu tarifi vermişti.”Her…